KaganMedya Haber

Uncategorized

ABDURRAHİM AVCIOĞLU MALATYA VALİSİ SERDAR YAVUZ ‘A TAM DESTEKLERİNİ BELİRTTİ

Malatya Valimiz, kıymetli büyüğümüz Sayın Seddar Yavuz; Malatya’nın yeniden ayağa kalkması, şehrin her taşının yerine konulması, her yarasının sarılması için gece gündüz demeden büyük bir mücadele vermektedir.

Sayın Valimiz, görevine geldiği ilk günden itibaren hiçbir ayrım gözetmeden tüm Malatya’nın valisi olmuş, milletin derdiyle dertlenmiş, sevinciyle sevinmiştir. Onun bu duruşunda en çok dikkat çeken şey; Cumhurbaşkanımıza olan derin bağlılığıdır. Her konuşmasında, her ifadesinde, her adımında Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğini ve vizyonunu rehber edinen bir anlayış vardır.

Biz diyoruz ki:
Yüce Rabbim, bu ülkeye Recep Tayyip Erdoğan gibi bir lideri nasip etti.
Yüce Rabbim, bu şehre de Seddar Yavuz gibi bir devlet adamını nasip etti.
Allah her ikisinden de razı olsun.
Allah devletimize zeval vermesin, milletimizi bölmek isteyenlere fırsat vermesin.

Sayın Valimiz, sadece konuşmuyor…
“Malatya’yı hep birlikte yeniden inşa edeceğiz, el birliğiyle başaracağız,” diyerek, milletin gücüne, birliğine, inancına güveniyor.
“Eğer bir yerde eksiklik varsa, başarısızlık varsa, orada da yine birlikte karar verip birlikte yürüyeceğiz,” diyerek, hesap veren, sorumluluk taşıyan, şeffaf bir yönetim anlayışı sergiliyor.

İşte biz böyle adamları severiz…
Devlet adamı dediğin; milletin içinde olan, halkla beraber yürüyen, gecesiyle gündüzüyle bu bayrağın gölgesine hizmet edendir.
Sayın Valimiz sadece bir bürokrat değil, milletin adamıdır.

Malatya’nın yeniden doğuşuna, ayağa kalkışına öncülük eden bu gayretli hizmetleri bizler unutmayız, unutturmayız. Çünkü vefasızlık bize yakışmaz.
Cumhurbaşkanımıza bağlı, bayrağına sevdalı, milletine aşık, vatanına sadık adamlar bize lazım.

Ve biz de bu yolda, bu duruşta, bu inançta hep birlikteyiz.
Malatya kazanacak, Türkiye kazanacak.
T.C. Malatya Valiliği Valisi Sn Sedder Yavuz..🇹🇷

Uncategorized

SOKAK SANATÇILARINA METRODA SALDIRI OLDU

Ankara metrosu da canlı müzik yapan sokak sanatçılarına darp ve hakaret etmek suretiyle istenmeyen olaylar çıktı

Ankara metrosu da gereksiz yere tansiyonu yükselten ve ayrıca da sokak sanatçıları Barış Can Tokmak ve Ahmet Yıldız’a özel güvenlikler Taha Yasin Eyetem tarafından önce sözlü sinkaflı küfürlerle tacizler sonrasında da tekmeli yumruklu darp edilerek iş göremez duruma getirildiği kamera kayıtlarıyla çevrede ki vatandaşların da görgü tanıklığı sayesinde ispat edilmiştir

Sokak Sanatçısı Barış Can Tokmak ve Ahmet Yıldız uğradıkları sözlü taciz ve fiziki saldırının cezalandırılması için önce Yenimahalle polis karakola giderek şikayetçi olduğunu ardından da adliye ye de giderek hukuki haklarının korunması amacıyla davacı olacakları belirtildi

Bizler de Sokak Sanatçılarımızın bu gibi durumlara bir daha maruz kalmamaları için Kağan Medya Ajans olarak takip ediyor olacağız

Kağan Medya Ajansa
İmtiyaz Sahibi
Yılmaz Gülümser

Uncategorized

YAZAR MERYEM YILDIRIMOĞLU AÇIKLIYOR MÜCADELECİ KADINLARI ANLAMAK GEREK

Mücadeleci Kadınları Anlamayı DENE !!!Hayattan her koparılan bir fidanın aslında topluma kazandıracağı bir değerin, elmasın yok olmasıdır.Toplumun her köşesinde yer alıp orayı zenginleştiren taze tutan ve gelişiminin temelini kuran mücadeleci kadınların sonu ölüm olmamalıdır…

Bir toplum kendi eliyle geleceğini gücünü yok etmemelidir Kadın cinayetleri, kadın tacirleri , kadın tecavüzcülerini dinlemek için gündemi takip etmek yerine , ” bugün bu ay bu yıl hangi fidanımız filizlenmiş, hangi hayalini gerçeklestirmiş ve topluma ne kazandırmışı ” dinleyip gururlanmak istiyoruz .

Toplum için ailesi için ter döken evde ayrı işin de ayrı ailesine ayrı çalışan ve başka kimsede böyle bir gücün olmadığını idrak edemeyenlerin beynini anlayamıyoruz.

Kendi toplumumuzu ailemizi sahiplenmek yerine değersizleştirmeye çalışanların önce aklını şuurunu sonra da vicdanını sorguluyorum.

Sahiplenme duygusunu ruhunda barındırmayan insanların uyanması için sesimizi bir nebze de olsa durdurmak istiyorum.

ZORUNDA DEĞİLSİN !

Sevme ama yok etme

Sevme ama saygı duy

Sevme ama sahip çık

Sevme tamam

Ama

Yok da sayma !!!

Yazar

Meryem Yıldırımoğlu

Uncategorized

BİLAL AYHAN ” KOOPERATİFİMİZ HEM ESNAFIMIZIN HEM YOLCUMUZUN GÜVENCESİDİR

Bilal Ayan: “Kooperatifimiz Hem Esnafın Hem Yolcunun Güvencesidir”

İstanbul Hava Yolları Taksiciler Kooperatifi Başkan Yardımcısı Bilal Ayan, görevindeki duruşu ve çalışmalarıyla taksi camiasında saygı ve güven kazanmaya devam ediyor.

Görev başında verdiği pozitif mesajlarla dikkat çeken Ayan, kooperatif olarak hem taksici esnafının haklarını koruduklarını hem de yolculara güvenli ve kaliteli hizmet sunduklarını belirtti. Bilal Ayan, “Kooperatifimiz sadece bir ulaşım sistemi değil, aynı zamanda bir güven ağıdır. Esnafımızın emeğini korurken, yolcularımıza da en iyi hizmeti sunmayı ilke edindik,” dedi.

Ayan, taksi sektörünün karşılaştığı sorunlara da değinerek, özellikle korsan taşımacılığa karşı iş birliği içerisinde mücadele ettiklerini vurguladı. Ayrıca genç taksici adaylarına da seslenen Ayan, mesleğe saygı, dürüstlük ve hizmet kalitesinin her şeyin önünde olduğunu söyledi.

İstanbul Hava Yolları Taksiciler Kooperatifi’nde yürütülen çalışmaların başında yer alan Bilal Ayan, sektöre olan bağlılığı ve karlılığı ile hizmet etmeye devam edeceğini belirtti

Uncategorized

YUSUF TUNA KORSAN TAŞIMACILIĞI BİTİRECEĞİZ KARARLIYIZ DİYOR

Başkan Yardımcısı Yusuf Tuna: “Korsan Taşımacılığı Bitirmekte Kararlıyız”İstanbul Havalimanı Taksiciler Kooperatifi Başkan Yardımcısı Yusuf Tuna, makamında verdiği net mesajla dikkat çekti. Yıllardır korsan taşımacılıkla kararlılıkla mücadele ettiğini belirten Tuna, bu konuda taviz vermeyeceklerini vurguladı.Tuna, “Her ne olursa olsun mücadelemizden asla vazgeçmedik. Korsan taşımacılık hem sektörümüze hem de ülke ekonomisine büyük zarar veriyor. Bu mücadelede en büyük gücümüz birlik ve kararlılığımız. Korsanı bitirmekte kararlıyız,” diyerek sektör çalışanlarına da çağrıda bulundu.Başkan Yardımcısı Yusuf Tuna’nın bu açıklamaları, taksi camiası tarafından büyük destek gördü.İstanbul Havalimanı’nda taksicilik yapan esnaf, korsanla mücadelede Tuna’nın arkasında olduklarını belirtiyor.

Uncategorized

DR.VECDET ÖZ 23 YIL SONRA HAFIZAM DA KALANLAR

23 YIL SONRA HAFIZAMDA KALANLAR..!

Deniz Feneri, Yimpaş, Kombassan, akibeti meçhul kurban paraları..

FETÖ’nün siyasi ayağı, SADAT, TÜGVA, TÜRGEV, TÜRKEN gibi yapılanmalar..

TÜGVA tarafından yapılan torpilli atamalar ve devlette kadrolaşmalar..

TÜGVA çalışanları için THY’dan bedava 1500 bilet alındı iddiası..

TÜGVA yöneticilerine geçmişte İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından bağlanan ballı maaşlar..

TÜGVA’nın eline geçtiği iddia edilen 85 milyon nüfusun fişlenme yazılımı..

TÜRGEV tarafından toplanan milyarlık bağışlar..

17/25 Aralık, Rıza Zarraf skandalı, ABD’de açılan Halkbank davası, hediye edilmiş milyarlık saatler, Bakanlara gönderilmiş paraların listesi, ayakkabı kutuları, para sayma makinaları, maskeli beşler, önce inkar edilen sonra faiziyle birlikte talep edilen akibeti meçhul milyonlarca dolar para..

Ayyuka çıkmış uyuşturucu, altın ve petrol kaçakçılığı..

Bakara/Makara, salla bir ayet gitsin diyen sözde dindar bakan, alay konusu edilen din ve zirve yapmış istismar..

İktidara ağıza alınmayacak küfürler edip sonra iktidarla saf tutarak onursuzca tükürdüğünü yalayanlar..

Açılım adı altında davul, zurna ve devlet töreniyle karşılanan teröristler, Oslo ve Dolmabahçe görüşmeleri, Apo yandaşları ve İmralı ziyaretleri, askerin yoluna döşenen mayınlar, heba edilen kahraman şehitler, unutulan gaziler…

İnadına BOP eş başkanlığı, başına çuval geçirilen askerler, NOTA verilsin diyenlere ‘müzik notası mı bu verelim’ diyen bir başbakan, bu hizmetler nedeniyle alınan ve nedense hala iade edilmemiş olan üstün liyakat nişanı…

Kuzey Irak’taki işgal kuvvetleri için Allah Amerikan askerlerini korusun duası..

Şehide kelle, askerse asker ölmek için maaş alıyorlar, üç beş şehit için meclisi toparlayamayız diyen hükümet yetkilileri..

TALİBAN’ın bizimle ters yanı yok diyebilen bir iktidar..

Kurtuluş Savaşı düzmece, keşke Yunan kazansaydı diyen Atatürk düşmanı bir fesli ve öldüğünde bu hainin cenazesine katılan hemfikir devlet ricali..

Kızılay Maden Suyu şişesinden kaldırılan Türk ifadesi, resmi tabelalardan kaldırılan T.C. ibaresi, yasaklanan Andımız, tartışmaya açılan Nutuk, usulen kutlanan milli bayramlar, her milli bayramda hastalanan devlet ricali..

Alçakça indirilen bayraklar, devlet dairelerine baş aşağı asılan Atatürk posterleri, Anıtkabir’e yapılan saygısızlıklar, parçalanan, çöpe atılan Atatürk büst ve posterleri, İstiklal Marşı’nda oturan gafiller, vatandaşa Türk değil Türkiyeli diyenler, milli kimlikten ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti adından rahatsız olanlar, devletin adı Anadolu Devleti ya da Türkiye Birleşik Devletleri olsun, bayrağın adı Türk değil Türkiye Bayrağı olsun diyen hainler..

Kapatılan ve pistleri tahrip edilen Atatürk Havalimanı, Atatürk adı kaldırılarak kurulan ve yandaşa peşkeş çekilen uçuş garantili İstanbul Havalimanı..

Devletin televizyonu TRT’ye çıkarılan Osman Öcalan..

Terör yuvasına kandil, bebek katiline sayın, işbirliğine açılım, imtiyazlı hapishaneye İmralı diyerek terörü ve teröristi masum gösteren bir iktidar..

Her seçimde yapılan sandık hilesi, sahte mühür ve sahte oy pusulaları, CHP adayı olduğum 2009 yerel seçimlerinde Beylikdüzü ilçesinde trafoya kedi girdi hikayesi..

Dağıtılan kömürler, makarnalar; suyu, elektriği olmayan köylere gönderilen buzdolapları, çamaşır makineleri ve her türlü seçim rüşveti..

Gözden çıkarılan Kıbrıs, feda edilen Ege adaları, Barzani’ye gönderilen paralar, sözde Kürt devleti televizyonuna TÜRKSAT’tan yayın izni, Türk düşmanı Şivan Perver, İbo ve devlet erkanının gözyaşı dökerek yaktığı megri megri ağıtları, elele-kolkola verilen pozlar, açılım iknası için seçilen akil heyet, pervasız açılım, kazılan hendekler ve patlayan bombalar, gözü yaşlı analar, babalar, yetim ve öksüz kalan çocuklar..

Maden göçükleri, alınmayan önlemler, hiçe sayılan canlar, birilerinin çıkarı için ölen gariban işçiler ve itiraz eden işçiye atılsın koruma dayakları..

Tecavüze uğrayan masum çocuklar, çocuk evlilikleri, kadına şiddet ve önlenemeyen kadın cinayetleri..

Bağımsız basına yapılan ağır baskı ve ceza, yandaş basına verilen destek ve kayırma..

Tutulmayan sözler, siyasi yalanlar, büyük şehirlerdeki talanlar, Katar’a satılan varlıklar, ballı Tank Palet fabrikası ihalesi, Cumhuriyetin kazanımlarını babalar gibi satanlar, tohumdan, samana, diş macunundan deterjana kadar dışarıdan ithal edilen ürünler..

Devlet ihalesi kapıp devrederek aradan rant elde eden uyanık yandaşlar, alınan avantalar, üstünden geçmesek de parasını ödediğimiz maliyeti yüksek geçiş garantili köprüler, oto yolları, tüp geçitler, uçmasak da parasını ödediğimiz yolcu garantili havalimanları, hastalanmasak da parası ödediğimiz hasta garantili şehir hastaneleri..

Alınan çifte maaşlar, çalınan sınav soruları, ananıda al git diyen zihniyet, milletin anasına küfreden yandaş işadamları, bitirilen tarım ve hayvancılık, hayvanına ve traktörüne haciz gelen köylüler, zam yapıyor diye suçlanan esnaf, utanç abidesi tanzim satış kuyrukları, çöpten yiyecek toplayan insanlar, tüm bunlara rağmen neyiniz eksik kapıcının bile arabası var diye milletle alay eden bir iktidar..

Beş milyon işsiz, mağdur edilmiş emekliler, yok edilmiş eğitim, bilgi yoksunu öğrenciler, sağlıktan eğitime kadar her şeyi bedava karşılanan, istediği üniversiteye özel sınavla giren mülteciler, kendi ülkesinde mülteci gibi yaşayan çilekeş Türk vatandaşları..

Dünya’nın en pahalı suyu, benzini, elektriği, doğalgazı, rant için sık sık yapılan araç muayeneleri, pahalı ancak çekmeyen internet ve telefon hizmeti..

Sıkıştıkça vergiye ve zamma müracaat eden devlet, IBAN verip sürekli vatandaşa avuç açan bir iktidar, işlevini yitirmiş KIZILAY, 23 yılda 33 kat artmış olan dolar, dur durak bilmeyen enflasyon, %45’le dünya rekoru kuran faiz, açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşam mücadelesi veren çaresiz bir toplum, icralar, iflaslar, tarihin rekorunu kıran icra dosya sayısı, ödenemeyen kredi kartı borçları, borcu borçla kapatan vatandaş, çöpten yiyecek toplayan insanlar..

İntiharlar, artan boşanma davaları, dağılan çekirdek aile yapısı, yurt dışına beyin ve sermaye göçü, toplumu sömüren para baronları, döviz artışında her seferinde malına mal katan yandaşlar, eksi bakiyeye düşmüş hazine, kayıp milyar dolarlar, Amerikan banka hesaplarında bulunan ve el konulmasından korkulan milyarlarca dolar, iktidara mensubu bazı ailelerin 23 yılda sahip oldukları astronomik servet, faaliyetleri hakkında bilgi verilmeyen denetimsiz Varlık Fonu, esrarengiz işlerin döndüğü Man adası ve Venezuela..

Gemicikler, yatlar, villalar, uçan, yüzen, yazlık, kışlık saraylar, saltanat süren aileler, yarın bugünden daha iyi olacak deyip milletle dalgasını geçip sırra kadem basan damat Berat..

Bir tarafta ayyuka çıkmış uyuşturucu kaçakçılığı, yakalanan Türk bandıralı gemiler, pudra şekeri çeken, milyonluk lüks araçlarla ve otomatik tüfeklerle resim çektirip sosyal medyada servis yapan AK gençlik, diğer tarafta ise AÇ gençlik..

Çiftlik Bank skandalı, malı götüren tosuncuklar, bitcoinciler, gri pasaportla insan ticareti yapan uyanıklar..

Kontrol edilemeyen Orman yangınları, hurdaya çıkarılan yangın söndürme uçakları, HES’lerin neden olduğu sel felaketleri, akarsu yatağına verilen imar izinleri ve çöken binalar, harcanan deprem paraları, denetimsiz yapılar altında can veren insanlar, çarpık kentleşme ve betonlaşma, maden alanı açmak için tahrip edilen ormanlar, yandaşa peşkeş çekilen maden alanları, toplum sağlığını tehdit eden siyanürlü altın çıkarma faaliyetleri, yüzyılın en büyük doğa katliamı..

Covid salgını döneminde yaşanan skandallar, her gün ölen bir uçak dolusu insan, kapatılan Hıfzıssıhha Enstitüsü, bir türlü üretilemeyen yerli aşı, maske rezaleti, harcanmış olan kara gün akçesi, lebalep Ayasofya açılışı, vatandaşa kesilen maske cezası, yandaşa çifte standart..

Mülteci sorunu, zor zamanda mültecilere harcanan milyarca dolar para, ödenemez dış borç ve sürekli yurt dışından para dilenen bir maliye bakanı..

Anayasanın 71. Maddesine aykırı, “Kur Korumalı Türk Lirası Mevduat ve Katılma Hesabı (KKM) uygulaması ve heba edilen milyarlarca lira..

Anti demokratik rektör atamaları, yayın kriteri olmaksızın verilen akademik ünvanlar, çalınan üniversite soruları, tahrip edilen eğitim sistemi, her geçen gün artan din istismarı ve Laiklik düşmanları, yaygınlaşmış hurafe düzeni..

Çözülmeyen 3600 ek gösterge sorunu, EYT mağdurları, KYK mağduru öğrenciler, atanamayan öğretmenler..

Onursuzca teslim edilen Rahip Brunson, Trump’ın onur kırıcı hakaret mektubu, onur kırıcı bir şekilde Putin’in kapısında bekletilen Cumhurbaşkanı, onursuz ve itibarsız hale getirilmiş bir ülke..

Türk Milleti’ne kurşun sıktıran, emperyalizm uşağı hain ve alçak FETÖ’nün elini öpmek için sıraya girdiği halde halen siyaset yapan, ballı maaşlar alıp keyif çatan cezadan muaf siyasiler ve kurunun yanında yanıp içeride yatanlar..

Askere kumpas kuranlar, Ergenekon destanına kara çalanlar, TSK’nın önemli kadrolarını tasfiye edenler, askeriyenin en mahrem yerlerine girerek gizli evraklarına, planlarına el koyanlar, devlet sırlarını düşmana sızdıranlar, buna rağmen elini kolunu sallayarak dolaşanlar..

Bir tarafta Montrö’ye dil uzatanlar, diğer tarafta itiraz edip tutuklanan paşalar..

Pervasızca yapılan yolsuzluk, hırsızlık, haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlikler..

Kurulan sözde Kürdistan devletine T.C. bütçesinden ödenen maaşlar, direklere çekilen paçavralar, indirilen Türk bayrakları, soykırım var diyen Biden’a layıkıyla verilemeyen cevap, içeride ey Amerika diye kükreyip aslan kesilen, dışarıda ise kedi olup randevu kuyruğunda kabul bekleyen bir iktidar..

Her seferinde kırılan milli onur, yok edilen değerler, mafya/siyaset ilişkisi ve ortaya dökülen rezaletler, çöken ahlak, olmayan adalet, hak, hukuk ve insan hakları; bunları görmeyen yargı, şakşakçı basın, tüm kazanımları satılmış ağır yara almış bir Cumhuriyet..

Düşürülen Rus uçağı, önce kardeşim Esad sonra Eset..

Nihayet bunları unutturan Rus-Ukrayna savaşı ve tamamen resetlenen toplumsal hafıza..

Savaş halindeki Ukrayna’dan tahıl ve ayçiçeği yağı ithal eden zavallı ülke Türkiye..

Muhalefetle normalleşme süreci, el ele kol kola, göz göze fotoğraflar, meclis kulisinde sarılmalar, espriler..

Bir anda atılan ipler, ardından gelen seri tutuklamalar, koparılan feryâd u figan, kaybolan bir yıl ve gazı kaçtıktan sonra yapılan muhalefet..

İktidarın Suriye’de biz ne dersek o olur söylemleri, Emevi Camiinde kılınan namaz, ardından Suriye tarafından Türkiye’ye uygulanan ticari tahdit ve hayal kırıklığı..

PKK güçlerinin Suriye’ye kaydırılması, kurulacak PYD Kürt devletine verilen destek, geride kalan paçavra ve silahların yakılmasıyla yapılan silah bırakma şovu ve Türkiye’de siyasal Kürt faaliyetleri kapsamında devlet yönetiminde söz sahibi olma gayretleri..

Yeniden açılım süreci, Türk kimliğine dil uzatarak anayasa değişikliği talep eden hadsizler, yıllar önce asılsın diyerek kürsüden ip atan yıllar sonra 180 derece dönüş yaparak haine Önder APO diyen sözde milliyetçi bir parti, Türk-Kürt-Arap ortak kimliği dayatan, Osmanlı modeli bir yönetim kurulsun diyen hadsiz ABD Büyükelçisi’ne tek bir söz dahi etmeyen bir iktidar..

Kurtuluş savaşına, Lozan’a, Cumhuriyet rejimine dil uzatarak SEVR söylemleri yapan, federasyon talep eden hainlere ses çıkarmayanlar..

Ses çıkarmayı bırakın bu niyete meşruiyet kazandırmak için çalışma komisyonu kurma gayreti içinde gece gündüz çalışanlar..

Tüm bunlara rağmen esamesi bile okunmayan milletvekilleri, kayıplara karışmış parlemento, askıya alınmış demokrasi..

Daha unuttuğum onca şey..

Kısacası zuhur etmiş olan Gençliğe Hitabe, gaflet, delalet ve dahi hıyanet..

Ve maalesef ki ertesi gün hepsini unutan bir toplum.!

Ne güzel şey unutmak..

Unuttukça dertlerinden kurtulmak..

Her zaman olduğu gibi yine Aziz Nesin’i haklı çıkarmak..

Dr Vecdet Öz

Uncategorized

ZEHRA BETÜL ÖZGEN DİYOR Kİ ATATÜRK BİR MİLLETİN UMUDUDUR

Atatürk: Bir Milletin Umudu

Bazı liderler sadece dönemlerini değil, tüm bir geleceği şekillendirir. Mustafa Kemal Atatürk, işte o nadir insanlardan biridir. O, yıkılmış bir imparatorluktan yepyeni bir devlet kurarak milletine umut oldu.

Atatürk’ün en büyük başarısı, savaş meydanlarındaki zaferlerden çok, fikirleriyle bir ulusu ayağa kaldırmasıdır. Eğitimden hukuka, kadın haklarından bilime kadar her alanda yaptığı devrimlerle çağın çok ötesindeydi.

Onun “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” sözü, hâlâ demokrasimizin temel taşıdır. Cumhuriyet’i yalnızca ilan etmekle kalmadı; halkına sahip çıkmayı, sorgulamayı ve ilerlemeyi de öğretti.

Bugün Atatürk’ü anmak sadece bir görev değil, aynı zamanda bir vefa borcudur. O’nu anlamak, sadece geçmişte değil, gelecekte de izinden yürümektir.

ZEHRA BETÜL ÖZGEN

Uncategorized

TÜRK İŞ İNSANLARINDAN UKRAYNA DA GÖNÜL KÖPRÜSÜ

Türk İş Adamından Ukrayna’ ya Gönül Köprüsü; Selçuk Yoğurtçuoğlu, Savaşın Ortasında Umut Taşıyor
Özel Haber: Eren DALGIÇ

Türk iş adamı Selçuk Yoğurtçuoğlu, bireysel girişimleriyle Ukrayna’ da savaşın yarattığı insani krize karşı örnek bir duruş sergiliyor. Rusya-Ukrayna savaşının başladığı ilk günden bu yana Ukrayna halkının yanında yer alan Türk iş adamı Selçuk Yoğurtçuoğlu, yaptığı insani yardımlar ve sosyal girişimlerle savaşın ortasında adeta bir umut ışığı oldu.Yoğurtçuoğlu’ nun bireysel gayretleriyle Ukrayna’ya ulaştırdığı tonlarca gıda yardımı, zor günler geçiren binlerce insan için adeta can suyu olurken, aynı zamanda yürekten bir dayanışmanın da öncüsü oldu.

Yoğurtçuoğlu’ nun çabaları yalnızca halk nezdinde değil, resmi düzeyde de yankı buldu. Ukrayna devleti, yaptığı katkılardan dolayı Selçuk Yoğurtçuoğlu’ nu çeşitli madalya ve teşekkür sertifikalarıyla onurlandırdı. Ukrayna hükümet yetkilileri, bu anlamlı desteği sadece bir yardım değil, aynı zamanda dostluk ve dayanışmanın güçlü bir sembolü olarak gördüklerini dile getirdi. Yardımlarının yalnızca maddi boyutta kalmadığını belirten Selçuk Yoğurtçuoğlu, özellikle Ukraynalı çocuklardan gelen resimlerin ve mektupların kendisine ilham verdiğini dile getiriyor. “Bir çocuğun çizdiği umut dolu bir resim, yaptığımız her yardımdan daha kıymetli,” diyen Yoğurtçuoğlu, desteğinin kaynağının bu duygusal bağ olduğunu vurguluyor.

Sadece insani yardım değil, kültürel anlamda da köprüler kurmaya çalışan Yoğurtçuoğlu, Kiev’ de açtığı “Bayraktar” isimli Türk restoranıyla da fark yaratıyor. İsmini Ukrayna’ daki direnişin simgesi haline gelen Türk yapımı SİHA’ lardan alan restoran, Türk ve Ukrayna halkını bir araya getiren sıcak bir buluşma noktası haline gelmiş durumda. Restoranın savaş ortamında sosyal yaşamı canlandırdığına dikkat çeken Yoğurtçuoğlu, benzer girişimleri Ukrayna’ nın farklı şehirlerinde de hayata geçirmeyi planladığını ifade ediyor.

Tonlarca gıda, hijyen malzemesi ve temel ihtiyaç ürününü doğrudan sahaya ulaştıran Yoğurtçuoğlu’ nun bu bireysel gayreti, binlerce savaş mağduru için hayat kurtarıcı oldu. Ancak tüm bu iyi niyetli çalışmalar, son dönemde maksatlı bir karalama kampanyasının hedefi hâline geldi. Başta KYIV.BLOG, FAKE OFF ve SPILNO gibi basit içerikli bazı internet kanalları, gerçek dışı iddialarla Selçuk Yoğurtçuoğlu’ na yönelik iftira ve manipülasyon içeren haberler yayınlamaya başladı.

Bu yayınların arkasında ise dikkat çeken bir isim var: Oleg Cheslavskiy. Zamanında Selçuk Yoğurtçuoğlu’ nun yanında çalıştığı bilinen Oleg Cheslavskiy, bugün hakkında “asker kaçağı” olduğu yönünde resmî tespitler bulunan, Ukrayna’dan kaçmış bir figür olarak öne çıkıyor. Bu kişinin, söz konusu internet platformlarıyla iş birliği içinde Türk iş adamından para koparmak için şantaj ve karalama amacıyla sahte haberler üretmeye başladığı belirlendi.

Selçuk Yoğurtçuoğlu, bu şantaj girişimlerini belgeleriyle birlikte resmî makamlara taşıyarak hukuki süreç başlattı. Ancak aradan zaman geçmesine rağmen, ilgili mercilerden hâlâ net bir sonuç alınamaması dikkat çekiyor.Yoğurtçuoğlu, tüm bu asılsız iddialara rağmen geri adım atmıyor. “Gerçek olan, insanların duasıdır. Kimin ne dediği değil, kimin ne hissettiği önemli,” diyerek, yardım faaliyetlerine hız kesmeden devam ettiğini vurguluyor.

Ukrayna ile olan gönül bağını “Ukrayna artık benim ikinci vatanım” sözleriyle özetleyen Selçuk Yoğurtçuoğlu, toplum yararını önceleyen yaklaşımı ve sahadaki somut katkılarıyla yalnızca iş dünyasında değil, savaşın gölgesinde kalan bir halkın kalbinde de kalıcı bir yer edinmiş durumda.

Uncategorized

ESKİŞEHİR DE ŞEHİTLERİMİZ VAR BAŞIMIZ SAĞOLSUN DEVLETİMİZ VAROLSUN

ATO SPOR SANAT tan gitar öğrencim arkadaşımız Hürriyet Personel Müdürü Gürsel Arslan in oğlu Eren Arslan Eskişehir’de çıkan orman yangınında Akut Kurtarma Ekibinde şehit olmuştur.

Ailesine yakınlarına ve tüm sevenlerine başsağlığı dileriz. Devlet töreniyle Bilkent Camide ilkin di namazından sonra ortaköy mezarlığına defnedilecektir.şehitdimizin Mekanı cennet rahmeti bol olsun.

Uncategorized

PROFESÖR Dr ALİ YAKICI DİYOR Kİ TÜRKÇE ADLI DİL MUCİZESİNİN IŞIĞINDA AYDINLANMAK

TÜRKÇE ADLI DİL MUCİZESİNİN IŞIĞINDA AYDINLANMAK

Prof.Dr.Ali YAKICI
(Akademisyen)

Türkçe, sözlü gelenekten yazılı ortama, doğuşundan bugüne Türklerin sosyal, siyasal, kültürel ve dini hayatında önemli görevler üstlenmiş bir iletişim aracı, insanların bir araya gelerek kaynaşması, ülke kalkınmasının sağlanması ve ileriye sağlam adımlarla yürünmesinde önemli rol oynamış bir dildir. Peki, insanımız, kültürel kimliğimiz, milletimiz, ülkemiz ve geleceğimiz için son derece önemli bir unsur olan “dil” nedir?
Dil, aklın ortaya koyduğu en mükemmel yapıdır. Bu yapıya şekil veren önemli unsur ise ruhtur. Dolayısıyla köklü ve kalıcı bir dil, insan zekâsının düşünce üretirken bu düşünceleri ifade etmek üzere yarattığı, ruhsal davranışlarla biçimlendirip zenginleştirdiği ve sürekli kıldığı bir yapıya sahiptir. Dil olmazsa bilim olmaz, dil olmazsa kültür ve sanatın varlığından ve kalıcılığından söz edilemez, dil olmazsa eğitim olmaz, dil olmazsa canlı bir mahlûk olan insan, insan olamaz. Çünkü dil, insanı insan yapan niteliklerin başında gelmektedir.
Bir milletin diliyle o milletin fertlerinin ruhsal temayülleri arasında sıkı bir bağ vardır Tarihte, ne zaman ve nerede bir millet teşekkül etmişse orada bir milli dil görülmektedir. Nerede büyük kitleleri birbirine bağlayan ortak bir dil varsa orada bir millet ve bu millete bağlılık duygusu besleyen insanlar vardır. Her dili güçlü kılan bir millet ruhu, milli bir ruh bulunmaktadır.
Dil, insanın duygularının, düşüncelerinin, hayallerinin, kurgularının, rüyalarının, isteklerinin sağlıklı biçimde iletilmesini sağlar. Bunun içindir ki dil, kimi araştırmacılar tarafından “iletişim kuracak öznelerin aktarmak istedikleri bilgileri kodlayarak birbirlerine iletmekte kullandıkları şifreler bütünü” olarak ifade edilmektedir.
Dil, bir milletin var oluş sebebidir. Milletlerin içinde yaşadığı ülkelerin mutluluk ve refaha ulaşmasının temel etkenlerindendir. Dil, bir milletin yurt tuttuğu, vatan edindiği coğrafyalarda kurduğu devletlerinin sürekliliğini belirleyen temel unsurlardandır.
Dil, bir milletin dünyayı kendisine göre seslendirmesi, dünyayı ve hayatı kendisine göre adlandırması, ona kendi damgasını vurmasıdır. Bu itibarla dil, bir taraftan millilik vasfı en belirgin olan kültür unsuru, diğer taraftan da bütünüyle kültürün ifadesidir.
Dil, maddi ve manevi bütün zenginlikleri bünyesinde toplayan, kültürü tek başına temsil ve ifade edebilecek güçte bir iletişim sistemidir.
Türkçe, Türklerin kültürü, edebiyatı, sanatı, tarihi ve medeniyetidir. Hayatımız, zevk tarzımız ve tefekkürümüzdür. Hafızamız, hayal dünyamız ve istikbalimizdir. Bizi tarihe, sınırlar ötesine ve geleceğe taşıyan ve taşıyacak olan yegane unsur dilimizdir.
Türkçe, insanlık tarihinin bilinen en eski, en gelişmiş, estetik yönü ağırlıklı olan bir dilidir. Günümüzde kullanılmamakla birlikte kendi ses yapısına ait güçlü bir alfabesi (Göktürk Alfabesi) olan, cinsiyet ayrımı yapmayan, kadın-erkek eşitliğine özellikleri arasında yer veren, şiir, musiki, edebiyat ve sanatta olduğu kadar bilim adına ürettiği eserlerle de dünyanın önemli dil ve kültürlerini etkilemiş olan güçlü bir dildir. Ünlü sosyolog Max Müller, Türkçenin kelime türetmede eğilmeyen, bükülmeyen, kırılmayan, bu yönleriyle de benzerine rastlanılmayan bir dünya dili ve insanoğlunun dilde yarattığı bir mucize olduğunu belirtir.
Tarih içinde Oğuz Kağan’dan Dede Korkut’a, Göktürk Kitabelerinden Kutadgu Bilig’e, Divanü Lügati’t_Türk’e, Ergenekon’dan Manas’a, Köroğlu’ya Türkiye Türkçesi başta olmak üzere birçok lehçede şaheserler yaratılmasını sağlayan bu güçlü dil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında ve kültürel kimliğinin belirlenmesinde de birinci derecede etkili olmuştur. Bu durumu, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, şu sözleriyle açık bir biçimde belirtmektedir:
“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkı, Türk milletidir. Türk milleti demek; “Türk dili” demektir. Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlakını, ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyinin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir. Bu bakımdan milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin.”
Azerbaycanlı ünlü Türk şairi Bahtiyar Vahapzade de Türkçeyi anlattığı bir şiirinde şu veciz mısralara yer vermektedir:
Bu dil; bizim ruhumuz, aşkımız, canımızdır,
Bu dil; birbirimize ahd-peymanımızdır.
Bu dil; tanıtmış bize dünyada her şeyi,
Bu dil; ecdadımızın bize miras verdiği
Kıymetli hazinedir, onu gözlerimizdek
Koruyup, nesillere biz de hediye edek
Türkçe Türklerin anayurdudur. Zaten bir coğrafyanın ana yurt olabilmesi için anne dili ya da dillerinin değil bir ana dilin o coğrafyada eğitim, bilim ve kültür dili olarak kullanılması gerekir. İşte Türkçe bir ana dil olarak bu zenginliği milletine sunmuş, milletine ebedi olan anayurtlar kazandırmıştır. Türkiye bunun en belirgin örneğidir.
Yaratıcı düşüncenin, mitolojik felsefenin ilk ürünlerinden kabul edilen destanların Türkçenin oluşumu, şekillenmesi ve gelişmesi üzerinde önemli etkileri olmuştur. Kimi edebiyat tarihçilerine göre aynı zamanda Türk dilinin oluşturduğu ilk edebiyat ürünleri de destanlardır. Orta Asya’da yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda elde edilen bilgilere göre, Türk destan devrinin M.Ö. 40. asra kadar uzandığı belirtilmektedir.
Türk dilinin şekillenmesinde, özelliklerini kazanmasında yaratılış felsefesinin ürünleri olan yaratılış destanlarının etkisi belirgin bir biçimde görülmektedir. Altay destan ya da efsanesindeki inanmaların yaşandığı bu dönem, Türkçenin oluşum dönemi kadar eskidir. Genel kabul gören bir görüşe göre insan, önce düşünür, sonra bu düşüncesinin ifade yollarını arar. Yaratılış destanı, Türkçenin de içinde bulunduğu Altay dil grubunun ilk ürünü olarak bilinmektedir. Türklerin Yaratılış destanı parçalarından birinde şu sözlere yer verilmektedir:
“Daha hiçbir şey yokken Tanrı Kayra Han’la su vardı. Kayra Han’dan başka gören, sudan başka görünen yoktu. Kayra Han yalnızlıktan sıkılıp ne yapayım diye düşünürken su dalgalandı. Ak Ene çıktı. Kara Han’a “yarat” deyip yine suya daldı.”
Bu anlatıda ve Yaratılış destanlarının diğer anlatılarında görüldüğü gibi, erkek olan Tanrı Kara Han’a “yarat” emir ya da ilhamını veren bir kadın olan Ak Ene’dir. Türkçe dışındaki dillerin oluşturduğu Batılı ya da Doğulu kimi ulusların destanlarında ilk sırada yeri olmayan, aşk ve şehvet unsuru olarak kabul edilen, hatta kimilerinde tanrıların oyuncağı olarak görülen kadın, Türklerin yaratılış efsanelerinde Ak Ene, Umay, Güneş vb. olarak kendini göstermektedir. Bu sebepledir ki, Türkçenin kelime yapısında, kimi Batı dillerinin “masculin-feminin”, kimi doğu dillerinin “müzekker-müennes” yaklaşımında olduğu gibi bir erkeklik-dişilik ayırımı görülmemektedir. Türkçe, birçok dile nasip olmayan bu insanî ve medenî özelliğini, Yaratılış destanlarında ortaya koyduğu, dünyanın yaratılışı da dâhil her alanda, “erkek-kadın” birlikteliği düşüncesinden dolayı elde etmiştir.
Kimi araştırmacılar tarafından, birçok dilde olan kadın erkek ayırımının Türkçede olmamasının, Türkçenin cinsiyet ayrımı gözetmeyen bir dil olmasının temel sebebinin insana önem vermesinden kaynaklandığı belirtilmektedir. Türkçe için kişinin kadın ya da erkek olması değil, insan olması önemlidir. Bu yaklaşımıyla Türkçenin özellikleri arasında insanı öteki varlıklardan farklı ve üstün bir yere koyduğu belirgindir.
Milat öncesi döneme ait mevcut Türk destanları içinde hem içerik bakımından hem sosyal, siyasal, kültürel vb. alanlarda vermiş olduğu bilgi bakımından hem de toplumun geleceğe yönelik hedef ve ülkülerini belirleyici olması bakımından Oğuz Kağan destanı önemlidir. Oğuz Kağan destanı, “Türkçenin bilgi üreterek bu alanda kendine ait kelimeleri oluşturduğu” düşüncesini ispatlar nitelikteki örneklerin belirgin bir biçimde yer aldığı destandır.
Bu destan, İngilizce de dâhil birçok dünya dilinin varlığının bilinmediği asırlar öncesinde, Türklerin kahramanlıkları kadar bilim ve düşünce dünyalarının hangi noktada olduğunu göstermesi bakımından da son derece önemlidir. Zaten bu destanın kahramanı Oğuz Kağan’ın başarısı da silah kullanmaktaki maharetinin yanı sıra “bilgideki üstünlüğünden” kaynaklanmaktadır. Bu destan, M.Ö. 3.-2. yüzyıllarda, Hun-Oğuzlar döneminde yaşanan olayların meydana getirdiği bir destandır.
Bu destanda, bilimin gelişmesi için gerekli olan keşif ve icatların Türkler tarafından ortaya konmasıyla, beliren ihtiyaca yönelik olarak, Türk dilinin dağarcığına, Türkçe yeni yeni kelimelerin kazandırıldığı görülmektedir. Ayrıca, o gün için bir imparatorluk dili olan Türkçenin evrensel bir bilim, kültür, sanat ve siyaset dili olma özelliğine sahip olduğu görülmektedir.
Bunlardan ilki tekerlekli arabanın icadıdır. Diğer kimi mitolojilerde olduğu gibi Türk mitolojisinde de kelimelerle kavramlar arasında bazı benzeştirmeler yapılmıştır. “Kanglı” ilk bakışta “kağnı” yani “tekerlekli kağnı arabası” nın yürüyüşünü andırmaktadır. Bu bakımdan Oğuz Kağan destanında “kağnı” arabasından söz edilirken tekerlekli aracı bulduğu belirtilen kişinin bağlı bulunduğu “Kangulı” boyuyla ilgi kurulmuştur. Kağnının bulunuşu ve kağnı kelimesinin Türkçeye kazandırılışı destanda manzum olarak şöyle ifade edilmektedir:
“Oğuz’un askerleri, beyleri, bütün halkı
Düşmanda ne bulursa toplayıp hep aldı
Atlar ile öküzler, katırlar az gelmişti
Yığılmış yükler ise ta dağları geçmişti
Oğuz’un bir eri vardı akıllı tecrübeli
Barmaklıg Cosun Billig yatkındı işe eli
Bir kağnı arabası yapıp koydu işine
Oğuz’un bu ustası devam etti işine
Kağnıyı çekmek için canlı öne koşuldu
Cansız alıntılar da üzerine konuldu
Oğuz’un beyleriyle halkı şaştılar buna
Onlar da kağnı yaptı özenmişlerdi ona
Kağnılar yürür iken derlerdi: “Kanga! Kanga!”
Bunun içinde dendi bu halka “Kanga”
Oğuz bunu görünce güldü kahkaha ile
Dedi ki cansız çeksin canlılar “Kanga” ile
Adınız Kangalug olsun belgeniz de araba
Kağnıyla bıraktı onları gitti başka tarafa”
Oğuz Kağan destanında icat yoluyla Türkçeye kazandırılan diğer bir kelime de gemi/tekne/kayık/salın icadı, yani suyun kaldırma gücünün keşfi üzerine bulunmuştur:
Oğuz Han’ın bir bilgini, İdil nehrini geçmek için asırlık kayın ağaçlarını kesip içini oyarak “Kıpçak (İçi oyulmuş ağaç)” adı verilen tekneler/sallar yapmıştır. Hamarat Oğuz bilgininin yaptığı bu yüzen araçlar, Oğuz Han’ın askerleriyle eşya, araç ve gereçlerinin nehrin karşısına geçmesini sağlamıştır. Bunun üzerine Oğuz Kağan, suyun kaldırma gücünden yararlanarak bu buluşu gerçekleştiren kişiye “Kıpçak” adını vermiş, onun bağlı bulunduğu boyun adına da Kıpçak denmiştir. Bugün, bilindiği gibi, Karadeniz’in kuzey doğusundan itibaren Orta Asya içlerine kadar uzanan coğrafyadaki Türklere genel olarak “Kıpçak” denilmektedir.
Oğuz Kağan destanında bu kısmın anlatıldığı son cümleler şöyledir:
“Sonra Oğuz Kağan askerleriyle İtil adındaki ırmağa geldi. İtil büyük bir ırmaktı. Oğuz Kağan onu gördü ve:
“İtil suyunu nasıl geçeriz?” dedi.
Asker arasında iyi bir bey vardı. Onun adı Uluğ Ordu Bey’di. O akıllı bir erdi. Gördü ki bu yerde pek çok ağaç var. O ağaçları kesti ve bu ağaçlarla suyu geçti. Oğuz Kağan sevindi, güldü ve:
“Sen burada bey ol, senin adın Kıpçak Bey olsun” dedi.”
Yine Oğuz Kağan destanında, ortaya çıkış hikâyeleriyle Milattan önceki Üçüncü-İkinci asırlarda Türkçeye kazandırılan “Karluk”, “Kalaç” vb. bilimsel kelimeler de bulunmaktadır.
Bu durum, birçok dilin ve ulusun yeryüzünde olmadığı dönemlerde, Milattan önceki asırlarda, Türklerin düşünceleri doğrultusunda dillerine yön verdiğini, Türkçeyle bilim adına, sanat adına eserler ortaya koyduğunu, kelimelerinin oluşumunda bilimden güç aldığını göstermektedir. Bilimden aldığı bu güç nedeniyledir ki, birçok dil, tarih sahnesinden silinirken Türkçe, hem doğduğu yerlerde hayatını devam ettirmiş hem de göç ettiği coğrafyalarda anayurtlar oluşturulmasını sağlamıştır.
Türkçenin başarılı bir biçimde ebedî yolculuğunu devam ettirmesinde, 7.-8. yüzyıl Göktürk eserleri olan Orhun Yazıtlarının önemli bir katkısı olmuştur. Ayrıca, Türklerin İslâm’ı resmi olarak kabul ettikleri bilinen 10. yüzyıldan sonra ortaya çıkan Divanü Lügati’t-Türk, Kutadgu Bilig, Atabetü’l-Hakayık vb. eserlerde de Türkçe bilinçli olarak işlenmiş, belleklere yerleştirilmiş ve anayurtlar oluşturmak üzere yeni coğrafyalara uğurlanmıştır.
Kutadgu Bilig’de Yusuf Has Hacib, dilin ve dili kullanmanın önemine dair özlü sözlere yer vermiştir.
“Akıl süsü dil, dil süsü sözdür.
İnsan sözünü dil ile söyler; sözü iyi olursa, yüzü parlar.
İnsan süsü yüz; yüzün süsü göz; aklın süsü dil; dilin süsü sözdür.
İnsanı dil kıymetlendirir ve insan onunla saadet bulur. İnsanı dil kıymetten düşürür ve insanın dili yüzünden başı gider.
Diline sahip çık.”
Çünkü diline sahip çıkmayanların dilleriyle birlikte kültürel kimlikleri, milletleri, devletleri, ülkeleri, ata yurtları ve anayurtları da yok olmaya mahkûmdur.
Türklerin ana yurdu ana dilleri ve “ana dil” olan Türkçedir. İnsan beyninin işleyiş düzen ve düzeneğini oluşturanın ana diller olduğu bilinmektedir. İnsanın bedensel varlığı ya da fizikî yapısı dünyanın herhangi bir yerinde yaşarken zekâ ve ruhsal varlığının ancak ana dilde yaşayabilir olması, anayurt denilenin aslında ana dil olduğunu doğrulamaktadır.
Türklerin anayurdu olan Türkçe, ana dil olmanın verdiği özelliğinden dolayı Arap, Fars, Rus, Romen, Bulgar, Sırp-Hırvat, Arnavut, Yunan, Macar vb. komşu dillere bilim, sanat ve kültür adına onlarca kelime vererek adı geçen dillerin söz zenginliklerine de katkıda bulunmuştur.
Türkçeyi kullananların bugünkü sorunlarından biri “farkında olunmak” sorunudur. Türkçeyi kullananlar, Türkçe sayesinde hayatta kalmayı başaranlar, kısacası Türk kültürel kimliği içinde yer alanlar, Türkçenin tarihi geçmişi, bağlı bulunduğu dil ailesi, bu dil ailesinin özellikleri, Türkçenin yapısı, Türkçe kelimelerin zenginliği, Türkçe olarak üretilen sözlü ve yazılı eserler vb. birçok konudan habersizdirler. Yine bu dil sayesinde hayatlarını devam ettirenler bir bilim, kültür, sanat ve eğitim dili olan Türkçenin gizeminin ve gücünün farkında olamamışlardır.
Farkında olmak bilinçli olmayı gerektirir. Bilinçli olmak okumakla, gözlemekle, eğitim öğretimle sağlanabilecek bir eylemdir. Ailede çocuğun güzel konuşmasını sağlayacak olan anne, baba ya da varsa ailenin diğer fertleridir. Okulda bu bilinci verecek olan öğretmendir. Eğer öğretmen, alanı ne olursa olsun, ana sınıfından itibaren öğrencilerine Türkçenin yalnız günlük yaşantıda anlaşma sağlamak için kullanılan bir iletişim aracı olmaktan öte Türk kimliğinin belirginleşmesinde bir antlaşmalar sistemi olduğu bilincini veremiyorsa eğitimimizde sorun var demektir.
Türk eğitim sistemi içinde yetişen çeşitli mesleklerin icracısı kişiler, sanatkârlar, zanaatkârlar, iş adamları, esnaflar vb. Türkçenin gücünün farkında ve bilincinde olmazlarsa işlerindeki kaliteyi tabelalarına yabancı isim yazmakta ararlar. Halbuki kazancın kapısı kaliteden geçmektedir. Müşteri kaliteli olana akın etmektedir.
Ürün kalitesi ve dil bağlantısına onlarca örnek verilebilir. Ankara’nın Kızılay semtinde kimi doğru, kimi yanlış onlarca tabelada yabancı isim yer almaktadır. Bu tabelaların asılı bulunduğu birçok işyerinin, tabelasındaki yabancı isimlerden dolayı müşteri çekemediği buna karşılık, tabelalarında Türkçe adlar bulunan kimi iş ya da satış yerlerine ise müşteri çokluğundan girilemediği görülmektedir.
Bu konuda iş yeri sahipleri bilgilendirilmeli, bilinçlendirilmelidir. Satış çokluğundaki sırrın kalitede saklı olduğu anlatılmalıdır. Kimi Avrupa ülkelerinde vatandaşlar yabancı isim taşıyan tabelaların bulunduğu iş yerlerinden alış veriş yapmamaları konusunda bilinçlendirilmekte, belediyeler bu konuda uyarılmaktadır.
Bu konuyla ilgili yurt dışından da örnekler verilebilir. Vaktiyle Almanya’nın Hamburg şehrinin merkezinde Türkler ait bir lokanta vardı. Bu iş yerinin adı “Köz Döner” di. Kelime olarak “Köz” de, “Döner” de Türkçedir. Türklere ait bu iş yerinin bulunduğu meydanda birçok lokanta bulunmaktaydı. Bu lokantaların birçoğunun adı da Almancayadı. Ama hiç biri Türklerin “Köz Döner” i kadar iş yapamamakta, müşteri bulamamaktaydı. Türkçe tabelası olan bu büyük lokantada yemek yiyebilmek içinse önceden yer ayırtmak gerekmekteydi. Verdiğim bu örnekte Türkçe kalite sayesinde görkemli bir duruş sergilemektedir.
Türkiye’nin değişik şehirlerindeki tabelalarda bir “kafe, cafe, café” kullanma modası başladı. Yemekleri çok güzel olduğu, kaliteyi yakalamış oldukları için sıklıkla gittiğim “….pide evi” nin tabelasının bir gün “….cafe” ye dönüştüğünü görünce hayal kırıklığına uğradım. İş yeri sahibine “neden tabelayı değiştirdiniz?” diye sorduğumda “gençliği çekmek için” cevabıyla irkildim.
Tabela adlarındaki başka bir sorun da Türkçe adların yabancı alfabelerin harfleriyle yazılmış olmasıdır ki; Türkçe için en büyük tehlikelerden biri budur. “Derviş”; “dervich” olabilmekte, “paşa”; “pacha/ paça” şeklini alabilmektedir ki, “paşa dürüm” bir anda “paça dürüm” e dönüşebilmektedir. İster gaflet, ister dalalet, ister hıyanet içinde olunarak yapılsın, buna hiç kimsenin hakkı yoktur. Geleceğini düşünen, aklı ve vicdanı yerinde olan hiçbir yönetimin buna izin vermemesi gerekmektedir.
Avrupa’nın Rönesansı gerçekleştirmesindeki temel etken, dildeki dağınıklığı yok etmek, dili düzenleyerek bir çatı altında toplamak ve dilde birliği sağlamak olmuştur. Bugün onlarca milli dil mensubunu ülkesinde barındıran Amerika’nın gücü, Fransız’ından İspanyol’una, Alman’ından Portekizlisine, Fars’ından Arab’ına, Hintlisinden Çinlisine herkesi tek dil çatısı altında, İngilizce’de toplamasından gelmektedir. Amerika’da yaşayan herkes istediği dilde konuşabilir ama İngilizce bilmeyenin Amerika’da daimi olarak yaşama hakkı yoktur. Fransızlar, ülkelerinde kullanılmakta olan onlarca bölgesel dili Paris ağzının şemsiyesi altında toplamayı başardıktan sonra dillerinden aldıkları güçle sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik güce ulaşmış, Avrupa’nın ve dünyanın en güçlü ülkeleri arasına girmişlerdir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngilizcenin kendi dilleri ve dolayısıyla ülkelerinin geleceği için bir tehdit ve tehlike olduğunu gören Fransızlar, 5 Mayıs 1991’de, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nde bir bildiri yayımlamış ve bu bildiride dünya dilleri üzerinde İngilizce baskısı olduğuna dair uyarıda bulunmuştur:
“Fransa, toprakları üzerinde ırksal, dilsel ve dinsel esaslara dayalı grupların varlığını kabul etmez. Fransız Anayasası, bir ve bölünmez olan Cumhuriyet, tüm vatandaşlarının yasa önünde eşit olmaları ilkesinden ilham alır. Fransızca dışındaki dillere ve din konusuna gelince, bunlar kişinin seçimine bağlı hususlardır. Fransa hükümeti, bu hususların kamu alanı dışında bulunduğu ve kişilerin kamu özgürlüğünü kullanma alanına girdiğini hatırlatır.”
Türk insanının, Türk kimliği altında şekillenmiş Türkiye ve Türkiye dışında yetişmekte olduğu gençliğin “büyük güç” adı verilen gelişmiş ülkelerin bu konudaki hassasiyetlerini görmeleri ve dilleri Türkçe üzerinde oynanmak istenen oyunları fark etmeleri gerekmektedir.
“Küreselleşme” gibi hoş ve şirin bir yaklaşımla dünyayı sömürgeleştirmeyi amaçlayan kimi süper güçler, kendileri için dilde birliğin gerçekleşmesi yolunda çaba harcarken kimi geri kalmış, gelişmekte olan, dil bilincini oluşturamamış ya da kendilerine bağlı/bağımlı yöneticilerin yönettiği ülkelerde farklı dillerin güzelliğinden söz etmekte, bu hususta gayret göstermektedirler. Bu da akla hemen “parçala, kolayca yönet” taktiğini getirmektedir.
Bunun içindir ki: Türk gençlerinin, ülkenin kaderinde söz sahibi yöneticilerin, siyaset adamlarının, din adamlarının, bürokratların, öğretmenlerin ve öğretim üyelerinin, sanatçıların, ressamların, sporcuların, hukukçuların, sosyologların, psikologların, mühendislerin, doktorların, işçilerin, çiftçilerin, esnaf ve sanatkârların, diğer meslek sahibi kişilerin, Türkçe üzerinde oynanan oyunları görmesi, fark etmesi ve hesabını ona göre yapması gerekmektedir.
Okullarımızda Türkçe öğretimi gerektiği gibi yapılmalıdır. Türkçeye hâkim olmayan, öğrencisine bilgiyi/bildiğini sözlü ve yazılı olarak gerektiği biçimde anlatamayan öğretmen sorgulanmalıdır. Bu konuda Milli Eğitim ciddi bir eğitim seferberliği başlatmalı, Batılıların “reorganizasyon” dediği yeniden yapılandırma işi bir an önce gerçekleştirilmelidir. Konusuna hâkim olmayan, ülkenin, devletin ve milletin varlığının teminatı olan Türkçeyi yazılı olarak kullanamayan, konuşamayan, kelimelerini telaffuz edemeyen kişilerin öğretmen olarak derslere gönderilmemesi ya da hizmet içi eğitimden geçirilip istenilen düzeye geldikten sonra bu iznin verilmesi sağlanmalıdır.
Üniversitelerde Türk Dili, Yazılı Anlatım, Sözlü Anlatım vb. dersler için yeniden düzenleme yapılmalıdır. Adı geçen bu derslerin kredileri yükseltilmeli, bu dersleri takip edecek öğrencilere, dil öğretimi mantığı içinde en çok 40’ar kişilik sınıflarda eğitim-öğretim yapılmalıdır. Bu derslere girecek öğretim elemanları özenle seçilmeli, bu elemanlar Türkçeye vakıf, Türkçeyi telaffuz ve konuşmasıyla temsil edebilen, jest ve mimikleriyle, beden dilini kullanışıyla öğrencilere örnek olabilecek, yeterli bilgi, görgü vb. donanıma sahip, alanında yüksek lisans ve doktora yapmış olmalıdır.
Ana sınıfları başta olmak üzere ilköğretim, lise ve yüksek öğretimde Türkçeyi tanıyan, Türkçenin gücünü bilen, Türkçenin gizemine vakıf olan öğretmen ve öğretim elemanları tarafından, dil bilinciyle yetişmiş olan öğrenciler yetiştirilerek mezun edilebilirse Türkçe, kendi insanı tarafından sözlü ve yazılı anlatımda rencide edilmeyecek, herkes herkesi en doğru biçimde anlayacak, tabelalarda, ekranlarda, radyolarda, yazılı ve görsel basında Türkçe kirliliği görülmeyecektir. Bunun sonucunda, dilini seven, ülkesini, milletini seven, ülkesinin geleceği için birbirlerini en iyi biçimde dinleyen, anlayan, okuyan, bilgiyi dağarcığına taşıyan ve bunu üretime yönlendiren insanların yaşadığı kalkınan, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel sorunlarını çözmüş bir Türkiye ve Türk dünyası tablosu Türklerin geleceğini süsleyecektir.
İnsanımız kimliğini dilleri Türkçenin gücüyle korumuş ve korumaktadır. Türkler tarih sahnesinde Türkçeyle hayat bulmuşlar, Türkçeyle hayatlarını devam ettirmişlerdir. Türkçeyle bilim, sanat ve edebiyat eserleri oluşturmuşlardır. Türkçeyle devletler kurmuşlardır. Türkçeyle coğrafyaları anayurtları haline dönüştürmüşlerdir. Totemden Burkana, Şamanist yapılanmadan Mani dinine, Hıristiyanlıktan Museviliğe, Gök Tanrı inancından İslâm dinine bütün farklı din ve inancın mensubu oldukları dönemlerde de Türkçeyle kültürel kimliklerini korumuşlar, kalıcı olmuşlardır.
Türkler, ne zaman dillerinden uzaklaşmış, başka dilleri öne çıkarmış, onları bilim, eğitim ve resmî dilleri yapmışlar, saadetleri mutsuzluğa dönüşmüş, aydınlık dünyaları kararmaya başlamış, bunların sonucu olarak da kurdukları devletler yıkılmış, mutlulukları bahtsızlığa, umutları çaresizliğe dönüşmüştür.
Bunun içindir ki, tarihi kökleri olan milletlerde olduğu gibi bütün Türklerin ve Türkiye’nin en önemli kültürel davası, hiç şüphesiz dil davasıdır. O, bütün davaların başında gelir. Onu hal etmedikçe, kültürle alâkalı diğer meseleleri hal etmeye imkân yoktur. Çünkü düşünce ve duyguları nesilden nesle, insandan insana nakletme vasıtası olan dil, her türlü kültür faaliyetinin temelini teşkil eder. İnsanoğlu dil vasıtasıyla, dile dayanarak düşünür; dil vasıtasıyla bilgi edinir; millî ve içtimaî dayanışma, kaynaşma ve birliktelik dil ile olur.
Türkçe, güçlü ve zengin bir dildir. Bu gücünü ve zenginliğinin gizeminden almaktadır. Çünkü Türkçe; derinliğiyle, gözün erişemeyeceği genişliğiyle, sınırsız gücü, güzellikleriyle bir denizdir. Dibinde gün görmemiş inciler yatmakta; üstünde bin bir rengin çalkantısı yer almaktadır.
Türkçe, Türk insanının içliliğinin, duyma, düşünme gücünün, dünyayı görüşünün en iyi yansıtıcısıdır; onun çektiklerini, duyduklarını, özlediklerini dile getirir. Türkçeye dikkatlice bakıldığında; onda Türk’ün bilgeliği görülecek, yüzyıllar boyunca doğayla iç içe geçen yaşamı öğrenilecek, yaradılışının yüksek değerleri ve sevgisi fark edilecektir.
Türkler ve dilleri olan Türkçe, tarihin çok eski dönemlerinden günümüze uzanan çizgide farklı serüvenler yaşamış, zaman zaman mutlu bir tablo oluşturmuş, zaman zaman da hak etmedikleri çileler çekmiş, hak etmedikleri zulümlere maruz kalmıştır. Ne zaman dilleri Türkçenin aydınlığında bilimsel, kültürel ve sanat değeri olan eserler üretmişler; o dönemlerde sosyal, siyasal ve kültürel bakımdan çok başarılı olmuşlardır. Ama ne zaman ki; dilleri olan Türkçeden uzaklaşmışlar, yabancı dilleri resmî dil olarak kabul etmişler, yabancı dillerde eser vermiş ve eğitim yapmışlar, işte o dönemin sonunda mutlaka dağılmış, parçalanmış, güçsüz kalmış, sosyal, siyasal ve kültürel bakımdan çaresiz durumlara düşmüşlerdir. Ne zaman dilleri Türkçe akıllarına gelmiş, ona tutunmuşlar, bununla birlikte yeniden güç kazanmışlar, işte o zamanlarda güneşin doğduğu yerden battığı yere uzanan bir coğrafyada, bilim, sanat, kültür, din vb. alanlarda dillerinin ışığıyla dünya insanlarını aydınlatmışlardır.
İnanç yapıları, soy kütükleri, bölge ağızları ne olursa olsun Türkçe konuştukları, Türkçe anlaştıkları, Türkçe antlaştıkları, Türkçe düşündükleri, Türkçe hayal kurdukları, Türkçe eğitim yaptıkları, Türkçe ortak pazarlar oluşturdukları ve ticaret yaptıkları, Türkçe bilişimi ve etkileşimi sağladıkları, Türkçe adlı dil güneşinin ışığında aydınlandıkları sürece ufukları ve bahtları açık olacaktır.
Çünkü Türk dili Türk milletinin varlık ve bağımsızlık sembolüdür. Türkçede vatanın birlik ve bütünlüğü, milli tarihin devamlılığı görülür. Bütün bu özelliklerinden dolayı Türkçe, bir anne gibi, ana yurt gibi sevilmeli ve korunmalıdır. Düşünce hayatında, eğitim-öğretim ve bilim hayatında Türk dilinin varlığı ana yurdun varlığı demektir.
Bu sebepledir ki; ırkı, soyu, inanç yapısı, bölgesel ağzı ve şivesi ne olursa olsun ana dil olarak Türkçeyi benimsemiş, Türk kimliği altında toplanmış, yöneten ya da yönetilen, genç ya da yaşlı, kadın ya da erkek bütün fertler, kendilerinin varlığı, huzuru ve geleceğinin teminatı olan Türkçeye hak ettiği değeri vermelidir.
Ayrıca, kültürel kimliğin korunması ve anayurdun ebedi kılınması bakımından Türkçenin eğitim, öğretim, sanat, kültür, bilim hayatında ve medyada layık olduğu biçimde kullanılmasına önem verilmelidir.
Türkçenin uluslararası düzeyde bilim, sanat, ticaret ve bilişim dili olarak daha etkin kullanılabilmesi için çalışmalar yapılmalıdır.
Türk bilim, kültür ve düşünce tarihinin bütün zenginliğiyle biran önce ortaya çıkarılması sağlanmalıdır.
Türkçenin bütün lehçeleriyle kullanılabileceği bir akademik platform oluşturulmalıdır.
Türk devlet ve topluluklarıyla ilişkiler “Dilde, fikirde, işte birlik” esasına dayandırılmalıdır. İktisadi ve kültürel işbirliğini geliştirmenin temel unsuru olarak, Türkçe konuşulan ülke ve topluluklara yönelik dil ve kültür çalışmalarına önem verilmeli, Türkçenin bütün lehçeleriyle anlaşılabilir ve kullanılabilir olmasına yönelik şartlar oluşturulmalıdır.
Türkçenin gelecekte daha güçlü bir bilim, sanat, eğitim, öğretim ve ortak pazar dili olabilmesi için insanımıza ve özellikle de gençlerimize “dillerinin farkında olma bilinci” verilmelidir. Bu bilincin verilmesi işini yalnızca okullardan ya da benzeri eğitim öğretim kurumlarından beklemek yanlış olur. Bu bilincin verilmesinde medya kuruluşları, belediyeler, sivil toplum örgütleri, gençlik kuruluşları, esnaf sanatkâr birlikleri vb. kurum, kuruluş ve bireyler de üzerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmelidir.
Mağazalara yer adları verirken esnafımız, müşteri çekmenin ya da daha çok para kazanmanın yolunun kullandığı yarım yamalak, yalan yanlış yabancı sözcüklerden değil de kaliteden geçtiğini fark ederse ya da bu bilinç esnafımızda oluşursa Türkçe daha parlak bir gelecek için gelişmesini daha rahat sürdürecektir.
Gençlerimiz Türkçenin bir güven unsuru, kültürel kimliği için bir onur kaynağı olduğunun farkına varırsa Türkçe, sadece dünyanın kendi insanı tarafından konuşulan en büyük birkaç dilinden biri olmakla kalmayacak, küreselleşen dünyada diğer ülke insanlarının da iletişim ve pazar dili olarak kullandığı birkaç dil arasındaki yerini alacaktır.